Adı’na(2)

İlk ayetler, ne okuyacağımızdan, nasıl okuyacağımızdan daha önemli olanın Yaratan Rabb adına okumak olduğunu göstermişti. Şimdi ben okuyabildiğim kadarıyla bir -okumak- tanımı yapıp, bu tanım üzerinden biryerlere varmaya çalışacağım.

Okumak, varlığı tüm yönleriyle bazı süreçlerden geçirerek, ‘sonsuz fayda’ya dönüştürme eylemidir. Bir başka deyişle, öğrendiğimiz bilginin sonsuzluk uzantılı formata convert edilmesidir. Böylece, vicdanımızı aklı havada tutan, uçuran kanatlar olarak düşünürsek, kanatları kırılmamış akıl uçağımıza atlayıp sonsuzluğa yol alacağız.

Okumak, varlığı tüm yönleriyle bazı süreçlerden geçirerek, ‘sonsuz fayda’ya dönüştürme eylemidir. Buradaki süreçleri daha önceki yazılarda tanımlamıştık, genel hatlarıyla kuran’ın sıkça kullandığı terimler olan ;

tezekkür(geçmiş)-tedebbür(gelecek)-tefakkuh(tüm zamanların bilgileriyle bugüne dair çözümlemeler üretmek) -taakkul (geçmiş gelecek arasında bağ kurmak)-tefekkür(adeta bu araçları kullanma sanatı).

Hergün beynimize akıp duran bilgi parçacıklarını (dataları) bu işlemlerden geçirmemiz için, ruhumuzu/iç dünyamızı güncel tutmamız, bir nevi işletim sistemimizi belli aralıklarla ‘update’  etmemiz gerekiyor. Bu güncellemeler sonrasında, gelen parçalar doğru bir değerlendirilmeye alınabilir. Tüm evren, her an, muazzam bir yoğunlukta ve oluş/bozuluş hengamesinde bu bilgi paketçikleri tarafından kuşatılıyor. Bu paketçikler insanın ya aklına yahut nefsine nüfuz eder.  Burada akıl ve nefs arasındaki fark da, üstü örtülmemiş bir vicdanın  varlığına bağlıdır.(bkz: küfr) Vicdan yoksa, akıl sanılan şey de nefsin çırağı olur, çıkar.

İnsanın bu iki melekesi, akıl ve nefs, akla hayale sığmayan bir yeteneğe, kapasiteye sahiptir. Bilgilerin muhakemesinde, hangi meleke seçilirse o kuvvetlenir. O kuvvetlendiği gibi diğerini de geri plana iter. Bu kaide islam ahlakında ve sosyal düşünce yapısında, ” akıl özgürleştikce nefs tutsaklaşır, nefs özgürleştikçe akıl tutsaklaşır” ifadesiyle hayat buluyor. Öğrenilen her yeni bilgi, insanın kendi inşaatına kendi eliyle koyduğu bir tuğladır. Bu bilgiler akılla değerlendirilmediği takdirde, tuğlalar arasına harç konulmamıştır. O nedenle inşaat yükseldikçe yıkılması kolaylaşır. Bu hal üzere yetişen bireyler,  mesnetsiz kuleler inşa ediyorlar. O nedenle batı toplumlarının, vicdanı örtülmüş bir akılla inşa ettiği medeniyetler(!), er ya da geç bir anda çöküşü yaşayacaklardır. Bundan dolayıdır ki  tarihte, islam’ın birkaç yüzyılda inşa ettiği toplum yapıları ancak birkaç yüzyılda yeryüzünden silinebilmiştir. (örn;osmanlı veya endülüs ).

Yine bu kaide gereği, insanın irade terbiyesi (tezkiye) esnasında, nefs gittikçe içine kapanır ve bir süreliğine adeta pasiflik depresyonuna girer. Elbette bu aklın faal olduğu bir süreçtir. Bundan dolayı islam’ın sınırları içine aldığı tasavvufi anlayış, Haris El-Muhasibi gibi kişilerin sahip olduğu <halk arası tezkiye> anlayışıdır.

yukarıda kalın yazdığımız kaideyi  ‘kalp kalbi, nefs nefsi besler’ şeklinde de yazabilirmiyiz acaba? Belki de insana verilen en büyük nimetlerden birisi, iyi yada kötü ayırtedilmeksizin, insanın irade gücünün akıl almaz gelişme potansiyeli olsa gerek. Çünkü iyilikte sabredip direnenler de, kötülükte ayak sürüp silinenler de misliyle iyi ve kötü olma yeteneklerini arttırırlar. Hani grafikle ifade etsek, exponansiyel hızlı bir artışa sahiptir diyebiliriz.

Etiketler: , ,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.