Insani diger biyolojik canlilardan ayiran en belirgin yanlarindan birisi, ‘kendisini gerceklestirme ve sinirlarini aşma’ arzusudur.
Insanin kendisinin en iyi versiyonu olabilme gayreti, kendisine bu hayatta bictigi rol ve yukledigi misyon ile orantili. Bu misyon odakliligi, toplumda idealistlik olarak tanimliyoruz. Idealist insanlarin toplum icin fayda uretip uretmeyecegi, cogunlukla kendilerine yukledikleri veya yuklendikleri misyonun mahiyetine ve idea larinin ne olduguna bagli. Idea nin merkezine, bireysel faydayi koyan insanlar, cogunlukla cevrelerine kumulatif zarar, kendilerine sahsi çıkar saglarlar.
Bu nedenle idealism veya misyon sahibi olmak, tek basina yarini, bugunden daha iyi yapma gayreti anlamina gelmiyor. Idealizm’in dogruyu egriden ayirma kabiliyetiyle (Furkan) ve toplumsal fayda dumeniyle yonlendirilmesi gerekir.
Kendini gerceklestirme/aşma gibi arzularin, kaynagi beyin mi yoksa kalp midir? Bir baska deyisle, insan arzulama, sevme, nefret etme, begenme, tiksinme duygularini beyninde mi yasar ve yasatir yoksa kalbinde mi ?
Bu soruya dogru verebilecegimiz bir cevap, bize sandigimizdan daha engin, cok daha genis bir ufuk kazandirabilir. Ilahi veya mitolojik, kalbe yapılmış cok sayida atifin neden oldugunu anlayip, kalplerimizin edilgen ve somut degil, etkin ve hem somut hem soyut kabiliyetleri olan bir organimiz (aza) oldugunu idrak edebiliriz.
Duygularin kalbe atfedilmesi, hayata tutunmamizi saglayan, aldigimiz her nefes icin kendisine itimat ettigimiz en temel organimiz olmasindan kaynaklaniyor. Hayata nefesimizle tutunuyoruz. Nasil ki, nefesimiz biyolojik (maddi) varligimizi teminat altina alir, duygularımız da ruhsal(manevi) varligimizi kontrol eder, guclendirir. Duygusal varliklarimiz, yogunlugumuz ve farkindaligimiz, duygularimizi regule edebilme (her duyguyu kendi cekmecesinden cikarma ve kendi cekmecesine geri koyabilme) becerisi ve yatkinligimiz da buyuk oranda ruhsal iyi olma halimizi sekillendiriyor.
Cogu zaman, duygularimizin oldugu gibi aciga cikmamasi, aslinda bize ait olmayan veya benimsemedigimiz aksiyonlarin aciga cikmasina neden oluyor. O nedenle, duygularimizin mahiyetini anlamamiz ve onlara nasil muamele edebilecegimize dair refleksler gelistirmemiz kendilik algimizi sekillendirmemizde bize yardimci olacak.
Icinde yasadigimiz evrende bazi olgular (hem soyut hem somut varliklara atifta bulunmak icin olgu kavramina sigindim) sikistirilamaz, bastirilamaz dogaya sahiptir. Maddi evrende ornegin, gazlari rahatlikla sikistirip uygun sekilde depolayabilir, hatta yogunlastirarak formunu/hâlini gaz dan siviya donusecek sekilde farklilastirabilirsiniz. Ancak katılari, ihmal edilebilecek olcu disinda, sikistiramazsiniz. Baski altinda donusmesini veya sinmesini bekleyemezsiniz. Eger israr ederseniz, tek karsilasacaginiz sey, katinin butunlugunu kaybetmesi, kayma mekanizmalari ile kirilmasi olur.
Duygularimiz da, her ne kadar soyut olgular olsa da, fiziksel alemin katilarina benzerler. Uygun sartlar ve ortam saglandiginda, katilarin farkli kati fazlara donusebilecegi veya kati sivi donusumu yasayacagi gibi, farkli duygulara ve aksiyonlara donusebilirler. Ancak bastirilmak, hapsedilmek istenirse, tek yapacaklari sey varliklarini bize empoze edecek sekilde daha guclu sekilde geriye gelmek olur.
Hakikatin bir gun mutlaka gun yuzune cikacak olmasi gibi, duygular da hafiftirler ve ozgul agirliklarinin bu denli dusuk olmasindan dolayi ceviktirler. Duygularin bu denli hafif olmasi, onu barindiran, kapsayan ev sahipliği yapan yerin, yani kalplerimizin, de surekli dinamik ve esnek olmasini gerektirir. Peygamberimizden rivayet edildigi gibi, “insanoglunun kalbi surekli kaynayan bir tencere gibidir(İbn Hanbel, VI, 4.)”. Bu tencerenin kaynayip kaynamamasi, ihtiva ettigi duygularin yogunluguna, tencerenin buyuklugune vb.. etkenlere baglidir. Koca yurekli, diğergam bireylerin sirri buradadir. Kalpleri oylesine genislemis, oylesine kapsayicidir ki, muhteviyatindaki duygularin yoğunluğu kontrol edilemeyecek veya duzenlenemeyecek seviyeye cogunlukla ulasmaz. Kontrollu duygusallik, kalbe sekinet verir ve duygularin iyiye , guzele donusmesi icin ilk adimdir. Duygular, dogadaki somut bilinen butun guclerden daha güçlüdür ve kontrol edilemedikleri durumda, insanligin topyekun sonunu getirebilirler. Sanilanin aksine, insani siddete, kötülüğe sevk eden sey salt bir duygusuzluk hali degil, anlasilmamis veya onemsenmemis kisilik hallerinin olusturdugu duygularin, kocaman kalbi en kucuk bir iyilik kirintisi birakmayacak sekilde isgal ve kontrol altina almasidir. Koca yurekli bir yigidin, acımasız bir zalime donusmesi ya da menfur bir zalimin hidayete ermesinin getirdigi donusumun etkisi o nedenle cok buyuktur.
Bize dogru ile yanlışı birbirinden ayirici kitabi (Furkan) getiren, Hz. Peygamber’in, “Ey kalplere yön veren Allahım! Kalbimi senin dinin üzere sabit kıl!” (Tirmizî, “Kader”, 7, “Daavât”, 89, 124; İbn Mâce, “Duâ”, 2) duasinda, bu olasi donusumun yikici dogasindan duyulan endise, ve iyiligin cogalmasina yonelik arzu yatmakta.
Kalplerimizin susuzlugu nun giderilebilmesi, biraz da insanin dogasini tanimasi ve anlama gayretiyle mumkundur. Dini metinler, bize insanin dogasindaki temayulleri, gecmiste yasamis karakterlerin tecrubeleri uzerinden anlatir ve bu “bireysel tanisma” macerasina onderlik ederler. Her insan dogasinda, zalim zorba bir misir firavunundan, kiskancligindan habili katleden kabilden, Hz Yusuf u kuyuya atan kardeslerden ve Isyana tesvik eden Zuleyha dan, Isa yi carmiha geren Yahudilerden, Hz Muhammedi horgoren Ebu Sufyandan, zayif veya guclu çeşitli kirintilar barindirir. Benliklerimizin bu kismini, farketmek ve kontrol altinda tutmak icin egitmek, onemli bir efor ve kabiliyet gerektirir. Insanin her kotuluge yoneldiginde veya nefsine yenik düştüğünde, aslinda ne kadar buyuk bir isi her gun nasil basardigini hatırlaması ve kendine guvenmeye devam etmesi gerekir.
Sabit, sebat etmis bir kalp neden onemli..?
Kalplerin doğası gereği “huzursuz” olmasi ve yalnizca Allahi anmakla tatmin olmasi.
Siddetli duygularin kalpte “doruklarinda hissedilmesi”, “kalbin kirilmasi”, “yorulmasi”, “kör olmasi” gibi kalbe yapilan atiflar, salt bir soyutlama maksadi tasimaktan ote, beyinde olusan duygularin yerlestigi, rafine edildigi, kontrol edildigi bir merkez ussu olmasindan ileri gelir.
Tipki duygularimizin kalbimize yerlesmesi gibi, bilgi de esasinda kalplerimize yerlesir. Akletme faaliyeti, mantik yurutme, beynimiz tarafindan icra edildikten sonra, olusan ciktilar beyinde siniflandirilir (adeta suzgecten gecirilir) ve hafizamiza kalbimiz tarafindan ozenle yerlestirilir. Islami literaturde, akletme faaliyetine kalbin iliskilendirilmesi, donanim-yazilim iliskisine olan atif ile anlasilabilir. Beynimiz donanim ise, kalplerimiz bu donanimi suren yazilimdir. Kalplerimiz, ogrenme faaliyetlerinin tam merkezindedir. Ögrenme prosesinin, verimliligini, suresini ve hacmini belirleyen ana etmen, öğrenilecek temaya karsi duyulan açlık hissidir.
Elbette burada kalbî ogrenmeye yapilan atif, insanin cekirdek hafizasina isleyecek derecede uzun vadeli ogrenme prosesi icin gecerlidir. Her ogrenme, kalbî olmak zorunda degildir ve duygularla iliskilendirilemez. Beynin sahip oldugu arabellek, kisa orta vadeli ogrenme islemleri icin yeterli ve kullanislidir.
Ogrenme sureclerinde oldugu gibi, bilincaltina atfedilen surecler ve mekanizmalar da duygusal yogunlukla iliskilidir. Bireyin yasamini negatif yonde etkileyebilecek, hayatin akisini kesen bilincalti temalarinin tamami, cocuk cekirdek aile tecrubeleri ile ilgilidir: -“ebeveynle birlesme”,-“ebeveyni reddetme”,-“anne ile bagin kopmasi”,-“anne baba disinda bir aile bireyinin aynalanmasi”(Seninle Baslamadi, Mark Wolyyn, sayfa 70). Bu 4 temanin 3 tanesi dogrudan ebeveynler ile ilgili olduğunu goruyoruz. Burada, çocukların 6 yas oncesi dönemde, en yogun duygusal bagi, ebeveynleri ile kurmasinin onemli bir payi olsa gerek.
Kalplerin Susuzlugu ile bilgi arasinda bir iliski kurulabilir mi ? Bilgi ve bilmek insana ozgudur. Dogada bildiğini bilen, bilgisinin veya bilgisizliginin farkinda olan tek canli insandir. Insanin bu cihetle diger canlilardan ayrişmasi, insana ayrica bir yeti kazandirir veya yetki verebilir mi ? Bilmek ve bildigini bilmek insana ne saglar ? Kalplerimizle bilgi edinme surecleri arasinda organik bir iliski olup olmadigini, “Bilgi ve Ilgi” adli baslik altinda inceleyeceğiz.
Bilmek, sinir cizer, sorumluluk alani olusturur. Bu nedenle, bilmek sanilanin aksine sinirlar, hapseder. Bilinen anlamiyla “Ozgurlukleri elinden alir”. Sorumluluk duygusu kuşandikca, sinirlara riayet gelisir. Once bireysel sinirlar kesfedilir, sonra toplumsal sinirlar(normlar). Cehalet ise tam aksine ozgurlestirir. Insani her turlu norm ve suurdan uzaklastirmak icin en kullanisli enstrümandir.
Bilmenin getirdigi sorumlulugun, hayat alanina yansimasi beklenir. Hayat ve olume dair bilgi, canlilarin yasama hakkina karsi sorumluluk getirir. Su ve susuzluga dair bilgi, suyun tuketimine dair sorumluluk getirir. Ictimai hayatta da, her turlu bilgi sorumlulugu kaçınızlmaz olarak beraberinde getirir.
Bir cevap yazın