Beni bu satirlari yazmaya iten sey nedir ?
Zihnimi dusuncesizligin konfor alanindan dısari iten, anlamsizligin hafif ve hayalsi bulutlarindan asagiya, anlam ugruna ama cigliklar pahasina yeryuzune dusuren sorunsal nedir ?
Sorunsal ya da sorunlar..
Bir insani yazmaya iten onlarca icsel sebep olabilir. Onlarca.. Hayatimin belli basli donemlerinde, bunu yapabilecek zamanim daha once de olmustu. Ancak sanirim, kendimi oldugum gibi aciga vurmamin, dusuncelerimin serbest kalmasinin, evrendeki herhangi bir canli icin (kendim icin dahil) bir anlam ifade edebilecegine inanmamistim. Fikirlerin ve onlara yukledigim anlamin, bu dunyayi daha farkli bir yer kilacagini sanmiyorum. Oyle olsaydi, bu dusuncelerin çiktigi yerin beklendiginden ve kendisiyle ozdeslestirildiginden daha farkli bir birey olması da gerekirdi. Belki bu yazilardan söyle bir beklentim olabilir : varliga dair dusunsel ve soyutsal bir kanit olusturmaları. Ve bu metodoloji, benimle ayni degerler silsilesini paylasan insanlara, orneklik olarak aktarilsin. “Verba volanta, scripta manenta”.
Bu düşüncelerin değiştirilmeyecek bir kanıt mahiyetinde açığa serilmesi, düşüncelerden yaptığımız küçük kalıcı heykelleri buraya dikiyor olmamız bir yana dursun. Heraklit’e atfedilen “Bir nehirde iki kere yikanilmaz” sozu, degisimin ne denli kacinilmaz ve dogal oldugunu da ifade ediyor. Evren gibi, bizler de her an degisiyoruz ve birseye dogru zamanla donusuyoruz. Gecmisten gelen dusuncelerimizin, statik kalmamasi ve donusume açık olmasi icin onlarin kagida dokulmesi, gun isigina cikmasi gerekir. Zihne hapsolmus dusunceler, zihinlerimizi (ve kalplerimizi) kemirip dururlar ve o dusuncelerin hapsoldugu bedenler zamanla birer harabeye donusurler. Sanirim bu nedenle, bazi zihni terapi seanslari, yazmayi bir metot olarak kullaniyor.
Bir diger deyisle, fikirlerimiz ve zihinlerimiz, onlari kendimizden ayirmadigimiz, ozgurlestirmedigimiz surece bizi esir alirlar. Ve bu esaret altinda sabit fikirli, statik, dar bakisli insanlara donusuruz. Yazmak, bu manada fikirleri ve zihinleri ozgurlestirmenin en onemli yollarindan birisi haline gelir. Zihinden cikan dusunceler, kelimelere dokuldugunde artik benligimizden bir nebze soyutlanmislardir, bizim mulkumuz olmaktan cikarlar ve bize yabancilasirlar. Elestirmek, yermek hatta unutmak ve reddetmek daha kolay ve mumkun hale gelir. Fikirlerimizin esiri olmamak icin, onlari kanatlandirmamiz, hem de bizden olabildigince uzaga gondermemiz gerekir. Ta ki, onlara yabancilasalim ve yenilenme firsati bulabilelim.
Zihinlerimizi su birikintilerine benzetmemiz yerinde olur diye dusunuyorum. Durgun sular, statik zihin ve urunleri, acik deniz veya nehirler ise, donusen ve degisen zihinleri temsil edebilir. Nasil ki, durgun sular cabuk kirlenir ve batmak daha kolaydir, dusuncelerimizin -fikirlerimizin zihinlerimize uzun sure hapsedilmesi de ayni tehlikeyi beraberinde getirir. Fikirleri hapsolma tehlikesinden tam anlamiyla kurtarmak, onlari yazmakla , kaydetmekle mumkundur. Sozel faaliyetlerle de zihinlerin disa vurumu mumkundur ancak bu fikirleri ozgurlestirmektense, buharlastirir. Zihinlerin gelisimini yavaslatir ve takip edecek fikirler acisindan kemalat surecini zorlastirir, nedensellik bagini zedeler. O nedenle, yazmak zihinlerimizde kalici iliskiler kurmamizi saglarken, fikirlerimizin iteratif olaraj yenilenmesine de olanak saglar.
Gunumuzde iklim cok hizli degisiyor. Gecmisin bereketli yagmurlarini, her gecen gun daha cok ozluyor, kuresel olcekte yasanan hava degisimlerini hayret ve endise ile izliyoruz. Dış dunya ve ekosistem bu denli hizla degisirken, ruh dunyamizi ve soyutsal iklimimizi nasil dengeli ve duzenli tutabiliriz? Maddi ekosistemimizde yagmurlar azalmis olabilir. Ancak soyutsal anlamda, 21. yy da bilgi yagmurlari adeta bardaktan bosalircasina yagiyor. Bu kadar bilgiye maruz kalmanin, muhatap olmanin agirligini cogu zaman tasiyamiyoruz.
Bu bilgi yağmuru altinda yasamanin bir getirisi de, (havsalamiz olcusunde) bardaklarimizin cok cabuk doluyor ve tasiyor olmasi. Tamamen dolu bir bardagin, yagmurda daha fazla kaliyor olmasi, muhteva edilen suyun bir kisminin surekli devinerek bosalip gitmesine, ziyan olmasına neden oluyor. Bu bilgi yagmuru altinda, bizler de bu bardak misali, taşıp duruyoruz. Kimisi fayda potansiyeli olan, kimisi faydasiz/masiva dan ibaret, onca bilgiyi taşırıp etrafa saciyoruz. Yazmak, zihnin icerdiklerini siniflandirmayi, icsellestirmeyi, icermedikleriyle tanismayi ve zenginlesmeyi tetikliyor. Yazmak, bu bardagin doldugunda bosalmasi, yagacak her yeni yagmur icin, hazırlık yapmak demek. Yazmak, zihni devinim halinde tutmak, duraganlik hapsinden kurtarmak demek. Insanin en buyuk dusmani olan durgunluk tehlikesine karsi mucadele etmek demek. Bardak doldugunda, durgun suyu muhafaza edip, gunlerce aylarca bekletip icemeyiz. Duran su, bulaniklasir, kirlenir, entropiye mahkumdur. Durgun ve dolu zihinde, fikirler de bulaniklasir, kirlenir. Bir sure sonra zihni kirletip enfekte etmeye baslar. Zihnî fakulteleri dinamik, etkin ve açık tutmanin yolu, icerigi surekli yenilemektir. Eger bir dusunce veya fikriyat, her yeni okumada veya yagmurda gucleniyor, dallaniyor, filizleniyor ise, o fikriyatin hakikate dokunan bir yani vardir. Yeni yagmurlarda yikanip gidiyor, sekil degistiriyorsa, hakikatten uzak ve kurtulmak gereken bir bilgidir. Bu nedenle, yazmaya dair inancim yeniden yeserdi. Cevremdekilere karsi sorumluluk bilincimden veya fikirlerimin tartidaki agirligindan degil, herseyden cok buna ihtiyaç duyuyor olmamdan dolayi yazmaliyim.
Lisans hayatimdan sonra askere gidip gelmis, bir yandan is basvurulari yapip bir yandan da yuksek lisans calismasi icin danisman hoca ariyor, ozellikle secmeye calistigim birkac üniversiteye basvuru yapiyordum. Sabanci universitesinde, Prof. Mehmet Yildiz hocanin web sayfasindaki bir ifade beni yakalamis, ancak manasinin siddetine akademik sistemin icinde yogrulana dek pek de anlam verememistim: “PUBLISH OR PERISH”. Kuresel olcekte, basarili akademik bir profilin mottosu olmasi gereken bu soz, bana bireysel yasamlarimizda da bircok acidan yasama katilmasi gereken bir refleks olmasi gerektigini dusunduruyor. Bu motto’nun olusmasina neden olan, fayda yerine reytingi, oluş yerine görünüşü, kalite yerine niceligi yegleyen akademik sistemi hos gormeyecegim. Insan yapimi tum sistemlerde de, bu tip eksikliklerin, mayhoşluklarin yine ancak insan eliyle, yerine daha iyi bir sistematik konuldugu takdirde, duzeltilebilecegini biliyor ve bu sekilde kabul gormesi gerektigine inaniyorum. Benim sahsi maceramda, akademi de devam etmek istemememin nedenlerinden birisi, akademik kole sisteminin acimasizligina boyun egmek istememis olmamdi. Daha kolay bir yolu tercih etmis olmak, karsi koymak ve mucadele etmek icin gerekli enerjiyi kendimde bulamamis olmamdan kaynaklanmisti sanirim.
“Publish or Perish” azametinde olmasa bile, yasadigimiz onca olayin, kayda deger oldugunu, her anin biricik oldugunu unutmamamiz gerekiyor. Her ani biricik yapan o kadar cok alt degisken var ki, bunlara daha fazla goz yummak istemiyorum. Insani , insan yapan bir cok sey var. Insani, degerli bir insan yapan sey sayisi ise bir hayli sinirli. Bunlarin basinda, duygularini regule edebilme, bu duygulari gerceklige hazirlayip, duygulari eylemlere gebe birakabilme kabiliyetinin geldigini dusunuyorum. Bununla beraber, duygularin, bugun cok azini bildigimiz kadariyla ogrenme sureclerimizde cok buyuk payi olduguna, bilgi agacinin meyvelerinin merakla sallanabildigine ancak diger duygularla yenilebildigine inaniyorum.
“En cesur insanlar, korkakmis gibi gorunmekten çekinmeyenlerdir” Terence Hanbury White.
Yazmak ve gun ışığına çikmak benim icin bir nebze, cesaret gosterisine de donusmus oldu. Bu bir anlamda, daha onceleri de söylediğim gibi, bir insanin sirf aptalca birsey yapmis olmak adina, aptalca birsey yapmadan kendisi olamayacagi ile de ilgili. Bazen, sirf kendi isteklerimize olan bagliligimizi ispat etmek adina, bu isteklerin pesinden kosariz.Sonuclarini dusunmeden ve umursamadan. Veya eylemlerimizin yol acacagi her turlu sonucu, bireysel kabul (ego) adina goze alarak. Bu nazaran, cocukca bir refleksdir. Cocuklar kendiliklerini tam olarak olusturamadiklari, yetiskin olamadiklari icin, durtusel-bireysel isteklerini , neden sonuc iliskisi isiginda degerlendiremeyebilirler. Bunu bircok cocuk yapabilir ancak durtusel-hassasiyeti olan cocuklar buna daha yatkindir. O an onemli olan, isteklerinin, yani benliğinin kabul gormesi, onaylanmasidir. Bu uğurda, istek, icinde koca harflerle “BEN” yazilmis bir mektubu iceren bir zarftan ibarettir. Bu durtuselligi, duygularini kontrol altina alamayan, onlarin yonetimine kendisini teslim etmis, durtusel yetiskinlerde de goruruz. Bunlarin bir cogu, ego’lari ugruna gerceklikten ve merhametten kopan, narsist karakterlerdir. Cocuklardan farklari ise, ben merkezci durtuleri karsisinda teslim bayragini coktan cekmis olmalari, ve bilinclerini bu benmerkezcil (egocentrik) yapinin bir fakultesi haline donusturmus olmalaridir. Halbuki, bilinc benlik tarafindan sevk ve idare edilirse, orada yetiskin ve olgun bir bireyden ziyade, durtu ve reflekslere teslim olmuş, yetiskin gorunumlu cocuklardan bahsederiz.
Benligimizle butunlestirdigimiz fikirlerin, hakikate ne kadar yakin olduğundan nasil emin olabiliriz? Ya da hakikatin, ne kadarina ne kadar yakin oldugundan… Bilgi , ilim ve hikmet uclemesine iliskin ayri bir bolum, hatta belki haddim olmasa da epistomolojik bir cozumleme yapmakta fayda goruyorum.
Her insanin yazma motivasyonu ve nedenleri farklidir. Ben su asamada, yukarida bahsettiklerime ilaveten, neden yazmak zorunda hissettiğimi bilmiyorum. Saniyorum ki, daha bircok sebep var ve ilerleyen zamanlarda bu sebepleri ben de daha iyi anlamis olacagim.
Bir cevap yazın