Yaşamlarımızı ilginç ve bir o kadar da cazibeli kılan nedenlerden birisi, herşeyin zıddı ile bilindiği/idrak edilebildiği gerçeğidir. Bir çoğumuzun, zamanının büyük çoğunluğu “arayış” içerisinde geçiyor. Pek farkında olmasak da, zaten bizlere altından bir tepsi ile sunulmuş “hakikatler manzumesini” ve manzumenin beraberinde getirdiği “tatmin olma halini” arıyoruz. Hatta gündelik yaşamımızın büyük bir çoğunluğunu, okulda, iş yerimizde, evimizde veya içtimai arenada bu arayış üzerine geçiriyoruz.
Aslında bu arayış dolaylı ve dolambaçlı bir arayış. Kendi kendimize dahi pek itiraf edemediğimiz, pek dillendiremediğimiz, yeri geldiğinde dil ile ikrarını veya reddiyesini kolaylıkla yapabildiğimiz ancak kalplerimizi pek de kolay dindiremediğimiz çeşitli isteklerin, dileklerin karşılanması için sürekli bir arayışta ve oluştayız.
Neyi aradığımız ve nasıl bulacağımız aşikar. Burada biraz mesai harcamamiz gereken, arayış sürecini nasıl geçirdiğimiz. Farkında olarak ya da olmayarak, bu arayış’ın bize ne getirip, bizden ne götürdüğü..
Arayis ve arayan iliskisi nasil bir oze sahiptir? Arayanin muvaffakiyeti, aradigina ne olcude baglidir? Peki ya arayan, neyi nerde arayacagini nereden bilebilir? Bu sorular, her zihinde farkli bir imgeyi çağrıştırabilecek, her ozgun zihin tarafindan cok farkli manaları gün yüzüne çıkartabilecek sorular. Bu manaların hakikat ile ilişkisinden bagımsız olarak elbette.
Dusunceler neye benzer? Nasil yayilir? Bunun gibi sorular benim bu yazi butunuyle vermek istedigim mesajin, menzilini ve erisecegi kitleyi ongormek icin onemli sorular. Dusuncelerimiz, zihin motorunun olusturdugu, tekerlere aktarilan güç mudur, yoksa yanma reaksiyonu sonrasi olusan egzoz mu? Zihnin gücü, urettigi dusunce ile olculur desek yerinde olur mu yoksa üretilen her düşünce aynı zamanda “hevâ” potansiyelinde midir ?
Bu benzetmeyi bir an olsun, makul bir benzetme olarak ele alalim. Entellektuel, bundan dolayı da, “sorumlu” bireylerin zihinlerinin ciktilari, yani dusunceleri, guctur. Ve bu guc, eyleme dönüşmek zorundadır. Bir aracta, tekerlege aktarilmayan enerji ve guc, motoru bogar denir. Insan zihninde de aynisinin gecerli olmadigini söylemek guctur. Faydali guc, eger entellektuel zihinden neset olup, aksiyona , faydali ise donusmez ise, bireyi bogar, yavaslatir ve zihne baski yapar. Felsefecilerin, teorisyenlerin ve belki sosyologlarin, en temel ozellikleri, sureklilik arz eden bu bogulma haline karsi bagisiklik gostermeleridir.
Masivaya kapilanlarin, faydasiz düşünce deryasinda yuzenlerin ise zihinleri “cogunlukla” egzoz üretir. Cevrelerini kirletir, “sera gazi” olusturur ve tum ekosistemi tehdit eder bir hal alir.
Bu cercevede, faydali – faydasiz düşünce ayrimini yapmak icin, “fayda” yi tanimlamak gerekebilir.
Suana kadar sahit oldugunuz soru-cevap oruntusu, bu sorgulamalar suresince birbirini takip ediyor olacak. Hic suphe yok ki her arayisin, bir nedeni vardir. Arayislar, huzursuzluktan, memnuniyetsizlikten, problemlerden beslenir. Bu aslinda doganin termodinamik kurallarinin dogal ciktisi, entropinin “sosyal yansimasi” olarak addedilebilir. “Her olus, bir bozulusa gebe,her bozulus da yeni bir olus”dur. Her bozulus, bir onceki olus”dan daha yeni bir olusum dinamigi meydana getirir. Ozellikle mikro sistemlerde, biyolojik, fiziko-kimyasal veya istatistiksel olabilir, bu donguyu daha rahat gozlemleriz.
Ornegin bir korozyon reaksiyonunda, korozyon sonucu pasif tabaka oluşumu, yeni bir termokinetik denge olusturur. Bu yeni denge, artik pasif tabaka oncesinde korozyona acik olan, elektropotansiyeli yuksek devreyi ortadan kaldirir, geçmişe gömer, üstünü kapatır, denklemden çıkarır. Yuzeyde var oldugu muddetce, reaksiyonu yavaslatir hatta durdurur. Lakin an gelir, bu pasif tabaka da zayif bağlanma nedeniyle yuzeyden ayrilir ve dongu en basa donerek sarmal şeklinde tekrarlar.
Yine, herhangi bir olayi tanimlayan ve bagimli-bagimsiz iliskisi uzerinden tanimladigimiz olaylar silsilesinde, bagimsizin mahiyetinde meydana gelen bir degisiklik, o degiskenin istatistiki dagilimini ve olasilik fonksiyonunu kalici olarak degistirebilir. Bir dere yataginin uzerinde bulunan kucuk kayaliklarin heyelan sonucu dereyataginin bir bölümünu kapatmasi, dereden birim zamanda akan su debisinin takip eden aylar boyunca degismesine neden olacaktir. Heyelan oncesi yuksek olan su debisi, belli balik turlerinin bu ekosistemde var olmasina musaade ederken, yeni duzende bu balik turlerinin yok olmasina veya goc etmesine neden olabilir. Bu balik turunun eksikligi, bu minik ekosistemdeki av,avci dengesini yeniden olusturur. Iste bunun gibi saymak bitmeyecek bir cok alt denge unsuru, bazen bozunum sonucu olusur. Bu nedenle bozunumlarin, herhangi bir ekosistemde iyiye mi kotuye mi isaret ettigini anlayabilmek bazen uzun gozlemler gerektirebilir.
((Bir biyolojik evolution ornekligi, korozyon ornegi, istatistik ornegi organik live distrobutions, new boundsries in ligh of new data vs..)).
Dogal bilimlerde, her turlu akiş gradyana tabidir. Potansiyel fark olmazsa, elektrik akimindan bahsedemeyiz. Konsantrasyon farki olmazsa difuzyon gerceklesmez. Sicaklik farki sayesinde, termal iletkenlik olusur. Yani yeryuzunu yöneten temel fiziksel olusumlar, sistemler veya bilesenler arasindaki farklara baglidir. Farklilik yoksa, hayat yoktur.
Bu yasami, yeryuzunde var eden temel ilkelerin en onemlilerinden birisidir. Ve sadece doga bilimlerinde degil, hayatin tum alt fakultelerinde de gecerlidir. Gradyan-oluş bolummunde detayli ele alacagiz.
Dahasi, sosyal ve ictimai sistemlerde de bu, yeniden dengelenme halinin gecerli oldugunu soyleyebiliriz. Bir toplumda, ahlaki normun bozulmasi ve ahlaksizligin standart norm olarak gorulmesi, yeni bir ahlaki dinamik olusturmaz mi? Gunluk konusma dilinin veya giyim standartlarinin zamanla degismesi(iyi veya kotu yonde), tolerans limitlerini ve makbul/hos gorunmeyen kavramlarina yukledigimiz anlami surekli olarak gunceller/degistirir. Tekstil sektorunde buna “moda” diyoruz. Her yeni moda trendi, bir öncekinin bozulması pahasina gelir. Ve bu kendi icinde, hem ekonomik hem de sosyo-kulturel bir devinim olusturur.
Golgeler ve Perdeler
“O demde perdeler kalkar, perdeler iner..Azraile hosgeldin diyebilmekte huner.”
Hayatin ve onunla iliskilendirilen hakikatin dogasi nasildir, neye benzer?
Madem ki, hayat ve hakikat,.bir sogan nuvesi etrafinda halka halka, perde perde gizlenmis, o halde her perdeyi gorunur ve anlasilir kilmak bireyin sorumluluklari arasinda olsa gerek. Bu bireysel aktarim, elbette hakikatin aktarimi iddiasi tasimaz, tasida da subjektif yapar ve zaten bireyin bundan azade olmasini bekleyemeyiz. Bu nedenle yanlışı dogrudan ayirt eden insani olamaz. Insanin yasamina, ilahi mudahele bu nedenle salt/dogru ve hakikat ihtiyaci icin gerekli ve zaruridir. Lakin yine de, insan dogasinin ilahi metinler ile arasina koydugu mesafeli iliski, bu perdeler silsilesinin bir baska tezahurudur. Hakikate yeteri kadar ac ve acik olmadan bu perdeler kaldirilmaz. Gercekten arzu etmeden, kutsal metinlerin guclu mesaji, toy dimaglara tesir etmez.
Peki ama yaratan yarattigi tarafindan anlasilmak isteniyorsa neden boyledir ? Bu soru dogru bir onveriye dayaniyor mu peki, yaratan in maksudu nedir, yarattigi tarafindan anlasilmak mi yoksa bu komplike sistemin cok katmanliligi ve kompleksligi nedeniyle ovulmek mi? Bu soru da basli basina, soganin cok ince katmanlarindan bir katmandir.
Sahi.. bugune kadar tecrube ettigim ve dogrulugundan emin oldugum, netlikle soyleyebilecegim bir sey varsa, o da dogru ve hakikate erismenin, gunluk yasantimizda taktigimizdan farkli bir gözlüğe ihtiyac duydugudur. Belki de bu metinlerin tasidigi mesajin gucunden gelir.
Her perdede yasananlari, edinilenleri, gozlemlenenleri, soylemek, yazmak ve aktarmak .. Bireyden bireye, nesilden nesile. Bu aktarim hakikatin ve maglumun transferi icin yeterli mi? Bilinmez. Nasil ki, gozden goze fark var, kalpten kalbe de farkliliklar var. Tolstoy un dedigi gibi; “Nasıl kafa sayısı kadar düşünce varsa, kalp sayısı kadar da sevgi çeşidi vardır.” Bu kalp cesitliligi ve “kalplerin susuzlugu” farkli idrak mertebeleri yaratiyor.# Kimisi duyarak hakkalyakine erisir, kimisi okuyarak/gorerek, kimisi yasayarak. Kim hakikate bu arzu edilen veya niyet edilen transfer oncesinde ne kadar yakinlasmissa, hangi duyunun veya doz’un o bireysel tecrube ani icin kritik eşik (tipping point) olacagini biz ongoremeyiz. O nedenledir ki, hic beklenmedik anlarda, hic beklenmedik donusumler gerceklesir hayatimizda.
Peki bu donusumun olup olmayacagi, neye bağlıdır? Bireylerin gecmis yasami boyunca gelistirdigi , buyuttugu biriken arzuya ve niyetin siddetine/genligine belki. Kim ve ney buna karar verir? Bu sorular uzerinde uzun uzadiya fikir telakkisi, mesaisi yapmaya deger, basli basina konular olsa gerek. Ilerleyen sayfalarda daha somut betimlemelerle bu sorulara geri donecegiz.
# Insan nasil ve ne ile ogrenir? Kalplerin idrak ve ogrenme ile bağlantısı nedir? Bkz: Kalplerin Susuzlugu.
Bir cevap yazın