bugun floransada ilk gunum. sabah saatlerinde dun gece kaldigim hostelden ayrılarak persefone palace’a geldim. Burada tek kisilik bir odada kalıyorum. hostelde gunluk 25 € verip sadece yarı güvenli bir yerde yatak hizmetiniz varken burada 40 € ödeyerek kendi odamda tertemiz bir sekilde kalıyorum. havlu, sabun, sinek kovucu bile veriyorlar. 🙂 Tren istasyonuna da 10 dakika yürüme mesafesinde. O nedenle floransaya gelenlere tavsiye edebilirim. Tam adı: persefone palace florence.
buraya sabah cok erken geldigim icin check in olmam saat 1 gibi oldu. valizlerimi hostele bıraktıktan sonra sehirde biraz turladim ve floransayı ogrenmeye calistim. kahvaltı olayı burada bas agrisi gibi. Kaldigim pansiyonda kahvaltı olmadıgı icin italyanların tabaccio larından birseyler almak zorunda kaldim. yaklasik 30 dakikalik bir arama sonucunda adam gibi yiyecek hicbisey bulamadim ve mecburen mcdonalds’a gidip, fanta ve patates kızartması aldim. bunun yanına bir tabaccio’dan aldigim iki sebzeli floransa (ikisi 3 €) bayoz’unu dahil edince doydum diyebilirim. 🙂
floransa venedik’e göre daha pahali bir yer. burada bir de city tax diye bir olay var, kaldıgınız hostel basına 2 € city tax ödüyorsunuz. floransaya gelip müze müze gezme isteyenler icin bir fırsat var. 50 € luk firenze card’dan alıyorsunuz ve 33 müzeye bedava giriş hakkınız oluyor. Ayrıca sehirdeki toplu tasıma da bu kart kapsamında bedava. Sehrin istediginiz noktasına bedavaya gidebiliyorsunuz.
Ancak ilginc olan bazı müzelerde (ki bunlar genelde en güzelleri, ve özel işletilen müzeler) Firenze Card gecmiyor. Yinede sabahtan aksama kadar 3 gün boyunca gezicem diyenler icin güzel olabilir. Benim icin gereksizdi galiba ama aldık bir kere. İlk aldıgınız saatten itibaren 72 saat gecerli.
Neyse, kahvaltının ardından biraz dolastim ve floransa’nın en büyük katedralinin oldugu yere gittim. Burada yol üzerinde bir antropoloji müzesine girdim. İlgincti, avustralya ve polonezya(new zealand)’dan yeni gineye kadar bircok yere ait bir cok kalinti vardı. Türkiyeye donunce resimleri paylasirim sanırım. Bu müzenin kötü tarafı, müzedeki aletlerin ingilizce acıklaması pek yoktu.
Bu müzeden cıkınca hostele geri döndüm ve biraz kestirdim. Sürekli yürümek cok yoruyor ve bir yerden sonra vucudunuz güzel bir uyku hatta masaj istiyor. Bu uykunun ardından tekrar dısarı cıktım ve istasyonadogru yürüdüm. Hemen istasyonun yakınlarında bir dia benzeri bir market görüp iceri daldim ve kahvaltılık aldim biraz. Nutella ve benzeri birseyler alarak önümdeki iki sabahın kahvaltısını hazır etmeye calistim.
Bu marketten cıkınca bir otobüs duragına denk geldim ve burada günün kalanını birlikte gecirdigim ingiliz kızlarla tanısıtm. Anne, Victoria ve Sophie. Sırasıyla, Pazarlama, Gıda ve Gazetecilik okumuslar. İslerinden tatil alıp iki haftalik bir italya gezisine cıkmıslar.
Arkadas, bu kadar insanı görünce insanın hayret etmemesi elde degil. Bu insanlar, sene boyunca kazanıp bulup bulusturduklarıyla dünyayı gezmeye calisiyorlar. Muazzam ve hayret edilesi bir gezme kültürü var Avrupalılarda.
Neyse, sophie floransanın en iyi manzarasının oldugu michelangelo tepesine cıkıyoruz dedi. Bende miss gibi diyip onlara katıldim. Burada ilk günüm oldugu icin otobüslere pek asina degildim ama boylece ilk kez otobüse de binmis oldum. Sehir genel olarak venedik kadar kücük olmadıgı icin o kadar kalabalık gelmiyor. Bahsi gecen tepeye cıktık, gün batımını izleyip pizza yemeye koyulduk ve ardından aynı noktaya dönüp aynı otobüsle tren istasyonuna geri döndük. Cok sükür, birbirinden farklı insanlarla tanıstıgım farklı bir gün daha oldu.
İnsallah, yarın da floransayı ve farklı insanları daha iyi tanıyabilecegim bir gün olur. Rabbim, icinde esmasının yankılandıgı bereketli bir gün daha nasip etsin. O’nsuz gonullerin manadan ve anlamdan ne kadar uzak oldugu çok daha aşikar şimdi.
Bir cevap yazın