‘Ezber’ce

Hayatımızı sıradanlaştıran ve belki de bu yüzden kimi zaman çekilmez (!) kılan mantığın bir koluna ‘ezbercilik’ diyorum. ‘Ezbercilik’ malesef bir bakış açısı, yorum biçimi veya hayat tarzı olarak hayatımızın merkezinde. Öncelikle burada yazdığım her kendini bilmiş ifadenin tam ortasına önce nefsimi koyuyorum. Çünkü bu yorumları ortaya çıkaran, eksikliğin merkezi önce nefsimdir. Yoksa nereden ve nasıl bunları düşünebilir ki insan.

Ben buna hayat tarzı diyorum. Ezbercilik bir hayat tarzı. Elbette bildiğimiz, davrandığımız herbir şey gibi bunu da öğreniyoruz. Çevremiz tarafından ‘ezber’ ce öğretilmiş, ‘ezber’ce davranılmışız.  Sonuç ortada, bizde bugün ‘ezber’ce yaşıyoruz.(ezberce den kastım: bilinçsizce veya bilinçaltı üzere, sorgulamadan, ölçü koymadan, tartıp biçmeden ),

‘Ezber’ce yaşamak ne demek önce buna bakalım.TDK’ya göre, bir metni ezberlemek; baştan ayağa hafızaya almak, detaylarıyla bütüne hakim olmak demek.  Hayatın ezberleşmesi de aynen bu şekilde okunabilir. ‘Baştan ayağa hayata hakim’  cesine davranmak,  herkesçe bilinenleri doğru kabul etmek, içinde bulunduğumuz şartları ve sınırları sorgulamadan yaşamak. Halbuki bu hayat gibi muazzam zenginlikteki bir nimete karşı yapılabilecek en ciddi nankörlük değil midir?  Hangi yönüyle olursa olsun, hayatı ezberlenebilecek bir metne veya kitaba benzeten her türlü yaklaşım,  kişiyi insani düşünceden dolayısıyla insani düşüncenin gerekçelendirilmişi olan islami düşünceden soyutluyor.

Yeni bir şey değil bu. İnsanı pasifleştiren, görmenin, hissetmenin,dolayısıyla akletmenin sınırlarını daraltan, engin bir bakış ve akl’ın önünde dağdan bir engel. Hani böylede yaşar insan.  Ama kur’anda ve islam kültüründe ‘selim akıl’ olarak bilinen akıldan uzak yaşar. Gariptir, bu akıl türüne sahip isek başkalarının aklıyla akleder, başkalarının duygularıyla hissederiz. Bunun anlamı hayatı başkalarında yaşamaktır. Kendi benlik evinde kendi kendine misafirmişçesine davranmaktır.

Başkalarında akletmek, başkalarında hissetmek dedik. Ne ki bu gerçek. ‘Ezber’ce yaşamın en büyük adımlarını sadece islam alemi değil, insanlık ilahiyat alanında attı. Doğar doğmaz kulağımıza ezan okundu, isimlerimiz babalarımızın, analarımızın isimleri koyuldu, ki onun esamesi gözükmeyen topraklarda onların isimlerini yaşatalım! Halbuki biz eylemlerimizle,  düşüncelerimizle yaşatmayacakmıydık. Onların sadaka-i cariyesi, en verimli yatırımı hayırlı birer evlattı ya hani…Şöyle cengaver’e yakışır bir isim olsun, isminden kuvvet bulsun, ismi gibi çalışkan, dürüst vb.. olsun demekte vardı.

İlahiyatta ‘ezber’den daha ötesi yok sanırım.  Hani herşeyi ‘ezber’ledik ama konu din olunca sanki biraz abarttık. Kulağımıza ismimiz okunduktan sonra kimimiz 3,4 yaşlarında kimimiz 8-10 yaşlarında süreler ezberledik. Anlamlarını 20 yıl sonra hala bilmiyorum. Ne güzel, abisi bak elhamı okuyor fazlı, gulhuvallah okuyor sonra… Halbuki elham’da ney, gulhuvallah da neyin nesi demedik. Kuran’da Fatiha vardı, İhlas vardı. Bir yerde ‘ihlas’ gibi muazzam bir kavrama gulhuvallah gibi bir lakabın takılmasının sonucu nereye varır, hiç düşünmediler mi acaba ? Okuduk… Okutturulduk… Sıkıyosa okumasaydık.  Kırılmasın diye en kalınından yaptırılan cetveller vardı ellerinde, merdaneler gölgesi altında hıfz ettik şanlı Kuran’ı.  Ezberledik, hemde baştan sona kadar. Hıfz’ etmedik yalnız, ezberledik. Hıfz’etmek korumak,kollamak demekti çünkü aynı zamanda. Hıfz’edince sorumluluk biniyordu omuzlarımıza,bu sorumluluktan da kaçmak adına, ezberledik. Çok şükür, islam dünyası bugün her zamankinden çok hafız yetiştiriyor. Bu hafızlar arasında inşallah ezberleyenler yoktur. Yoksa ne mi oluyor ? Malesef ben tanık oldum ki, hafızlarımız eline silah alıp insan öldürdüler(meslek haline bile getirdiler),  göz göre göre haram yediler, aşırı gittiler. Hafızlıkları aleyhlerine delil olarak kullanılacak belki de. Sonra ne mi yaptık, kuran’dan sonra tuttuk yaşayan bir Kuran olan son peygamberi ezberlemeye koyulduk. Peygamberde ezberlenir mi demedik, o da insandır canım her hükmünün makul kendince bir şartı vardır demedik, ezberledik. Sonra gittik bunun adına islam akidesi koyduk. En doğrusunu Allah bilir demeden, kendimizce yorumlayıp, çevremize de ezberlettik. Bunun adına da sünnet dedik. Sorgulamadan, ‘işittik-itaat ettik’ parolasına sığındık.Halbuki bilgi sorgulamadan içselleştirilemezdi. İçselleştirilmeyen bilgi anlamsızdı. Anlamsız bilgi ise ezberlenen bilgiydi. ‘Ha kitapta durmuş ha zihnimde. İki yerde de hayatıma etki etmedikten sonra, öğrenip de kitap taşıyan merkeplerden mi olayım’ da demedik…

Ezberledik. Çok sağlam ezberledik. Hani hiçbir yorum kolay kolay kıramadı zihinlerimizin zincirini. Benim zihnimde ise çok uzun zaman alıyor. Eee zincinler sağlam hani. Öyle kolay kırılacak cinsden de değil.  Sosyal hayatı kolaylaştıracak ne varsa önünde ezber dağları yatıyor. O nedenle kanımca mühendis olmanın en önemli şartı, hayata bebek merakıyla bakmayı alışkanlık haline getirmekten geçiyor. Sorgulamayan, merak etmeyen bir mühendisin adı belki sadece mühendis olur. Ondandır ki ben şuanki zihin yapımla doktora bile yapsam kendimi mühendis olarak addetmemeliyim. Lakin mühendis olmaya çabalayan biri daha doğru olur. Tarihten ezber örnekleri saymakla bitmez ama konserve açacağının konserve kutusunun icadından 8 yıl (belki daha fazla) sonra bulunması ne güzel örnek değil mi… İnsanlar 8 yıl boyunca ‘ezber’ ci zihniyetlerine böyle boyun eğmişler. Ve belki bugün biz kimbilir nelere boyun büküyor, hangi basit problemler karşısında acizce davranıyoruz, sadece yanlış baktığımız için. Bu bebeksi meraka sahip olmayı ise nasıl büyütüyor, sosyologlara ve antropologlara ait birer davranış biçimiymiş gibi insanlara yutturuveriyoruz.

Kuran’ın en sevdiğim yanı da işte burada devreye giriyor. İnsan mucizesine tam da donanımları doğrultusunda layık olduğu muameleyi yapıyor Yaratan. Muhatabını, bir mühendis gibi yenilikçi bakmaya-iyileştirmeye, bilim adamı gibi keşfetmeye, antropolog veya sosyolog gibi nedensel bakmaya,  sanatkar gibi özgün düşünmeye teşvik ediyor. Zaten bunu herşeyin maliki ve sahibi olan Allah’tan başka kim yapabilirdi ki?

Belki böyle baktığımızda, bugün mutfaklarımızda doğal gazın önemli bir kısmını mantıksız ocak tasarımlarımız nedeniyle mutfağı ısıtmaya harcadığımızı, metal çaydanlıkların alt yüzeyi haricindeki kısımlarının metal olmadığı takdirde 15 dakikada soğuyan çayı tekrar tekrar ısıtmaya gerek kalmayacağını, veya eski tür toplu bir fareden yola çıkarak bu tür şeylerin yapılabileceğini görebileceğiz.

Bugün ülkenin gündemini belirleyen siyasetçilerin (bir başka tutarsızlığın ta kendisi, halkın gündemi için çalışmakla vazifelendirilmiş hizmetkarlar, halkın gündemini belirleme rolü kesiyorlar) davranışları, geçmişten bugüne süregelen alışkanlıkların tekrar ettiklerini görüyoruz. Onlar da ezberci olmasaydı, 30 yıldır farklı şeyler daha çok konuşulur, daha çok gündeme gelmezmiydi.

Demek istediğim, hayatımızı donatan bunca ezber,alışılmışlık ve sıradanlıklardan sıyrılıp, sahip olduğumuz dahili potansiyelin ve dinamizmin farkına varmalıyız. İşin sevindirici yanı şu ki, bu farkındalık da tıpkı ‘ezber’lediğimiz onca şey gibi, hiç de kolay edinilmiyor ve bir sahip oldun mu hiç de kolay bırakılmıyor.Dileğimiz ‘farkındalığımız’ olsun.

Ve sözlerin en güzeli, bütün başlangıç ve bitişler ona layıktır:

”SİZ Ey İman Edenler  ! Sorumsuzun biri size önemli bir haberle geldiğinde durup gerçeği araştırın,  değilse,  istemeden birilerini rencide eder, ardından da yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız” (Hucurat Suresi, 6. ayet)

Esenlikle,

2 comments on “‘Ezber’ce
  1. Ersin dedi ki:

    Harika bir yazı..

  2. admin dedi ki:

    teşekkürler abi, bu arada sayende pablo neruda’yı da mercek altına alacağım insallah önümüzdeki dönemde, sitendeki şiir gerçekten çok güzel.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.